Lars Von Trier Sineması


1956 Kopenhag doğumlu ünlü yönetmen, sinemaya kendisine çocukken hediye edilen ‘Super 8’ kamerayla başlar. Çocukluğu ve lise yıllarında bağımsız kısa filmler çeken Trier, bu dönemde reklam yönetmenliği de yapar. 1987 yılında ise kendisini dünyaya tanıtan Europa serisinin ilk filmi Epidemic’i çeker. Gerek sahip olduğu farklı sinema tarzı, gerekse de her filminde ısrarla yargıladığı toplumsal değerlerle kendi hayran kitlesini oluşturmayı başarmıştır.

Aslına bakılırsa kendisi toplumsal yargılar ve genel kabul gören doğrular konularına yoğunluk veren ve eleştirel gözle bakan ilk yönetmen değildir. Fakat bunu yaparken takındığı üslup seyirciyi kendisine hayran bırakma sürecinde önemli rol oynamıştır. Usta yönetmen, sinemaseverleri iki farklı kategoriye ayırmıştır adeta. Trier hayranları ve Trier filmlerinden uzak duranlar…

Lars Von Trier 1995 yılında yayımladığı Dogma 95 isimli manifesto sonucu Hollywood’un sıkça başvurduğu bazı çekim tekniklerinden uzak durmayı amaçlar. Alternatif bir sinema akımı olarak ortaya çıkan Dogma 95′te yakın çekimler, hareketli kamera kullanımı, farklı ışık efektleri, müzik kullanılmaması gibi doğallığı açığa çıkaran, sanallığı yok eden yöntemler tercih edilmiştir. Bu akım bir başkaldırı olarak ifade edilse de zamanla usta yönetmen tarafından da çeşitli nedenlerden dolayı terk edilmiştir. Lâkin sinemaya alternatif bir bakış sunması hasebiyle tahmin edildiğinden fazla tartışılmış ve beklenenden fazla dikkat çekmiştir. Trier’in bütün filmleri Dogma 95 akımından izler taşısa da usta yönetmen genel anlamda manifestonun kati kurallarını zamanla çiğnemeye başlamıştır.

Trier’in üslubu ciddi anlamda serttir. Gerek filmlerinde hâkim olan kasvetli atmosfer ve durağanlık gerek içerikte bulunan şiddet ve cinsellik sahneleri büyük bir kitle için filmleri çekilmez hale getirmektedir. Aslında bu çekilmezlik Trier’in kendi isteği neticesinde ortaya çıkmış bir sondur. “Film dediğin ayakkabı içindeki taş gibidir” sözünün sahibi bir yönetmenden hangi tarzda bir film beklemek doğru olur ki zaten? Filmlerinin başrolünde sıkıntı vardır adeta. Göze değil, ruha hitap eder. Tabii ruha hitap eder derken, duygusallık ve romantizm beklemek abesle iştigal olur. Ruha kasvet verir, önce kendisini ve görüşlerini sorgulatır, sonra öz eleştiriye davetiye çıkarır. Sahiden ustayı sevenler bu kasvetli ortama niye hayran kalır? Nedir bir tiyatro sahnesini üç saat seyredilebilir kılan şey? Bunun sebebini son derece basit şekilde “narsist bir yönetmenin mazoşist bir seyirci kitlesi” cevabına indirgemek doğru mudur?  Evet narsisttir Trier, Cannes festivalinde kendisini dünyanın en iyi yönetmeni ilan edecek kadar… İsyanının sebebi de budur zaten. Bir şeyleri sırf bu sebepten değiştirmek ister. Sahiden o değiştiremezse kim değiştirebilir ki düşüncesi…

Peki ya seyirci? Her filminden sonra klişe yorumlardan biridir ‘seyirciye atılmış tokat gibi bir son”, değil mi? Bunu mu arzular izleyen? Ayakkabının içindeki taşı kim sever ki sahiden? Kameranın sürekli hareket eden hâli, yakın çekimler, alışılmadık ışık ve renkler… Yoksa her şeyin başı farklılık mıdır? Trier filminin sonunda seyircinin karşılaştığı durum gibi ardı ardına gelebilir bu tarz sorular.

Belki de en doğrusu, Hollywood’un o can sıkıntısı klişelerinden kaçmak isteyenler için bir barınaktır Trier. Farklıdır, özgündür ve haliyle fazlasıyla zor bir adamdır. Hem karakteriyle hem de filmleriyle… Yeri gelir filminin basın toplantısında rahatlıkla Hitler’e empati kurabilir yanında utanıp kızaran oyuncularına rağmen… Bunu söylerken ailesinin Yahudi olduğundan bahsetmeye pek de gerek yok sanırım.  Yeri de gelir tüm sinema anlayışını değiştirecek bir dekor koyar seyircinin önüne…

Felsefeyi sever usta yönetmen. Yeri geldiğinde Nietzsche ve Kant’tan alıntılar yapar. Böylece düşündürür, düşündürür, düşündürür… Söylemek istedikleri vardır daima. Ve bu söylemek istediklerini en doğal haliyle sunar seyirciye, dolandırmadan direkt şekilde. İşin özü, sinemaya eğlence aracı olarak değil, sanat olarak bakar. Sorgulamak ve düşündürmek…

Son yıllarda sinemaya alternatif bakışın önemli temsilcilerinden birisi olmuştur Danimarkalı yönetmen.

Yorumlar

Popüler Yayınlar