Tol, Murat Uyurkulak
"Şahsiyetten yana siliktim, görüntüden yana vasattım, derslerden yana tembeldim, hayattan yana muhaliftim, ben yazmayacaktım da kim yazacaktı? "
Murat Uyurkulak
Murat Uyurkulak ile ilk tanışmam çok değer verdiğim ve geleceğin yazarları arasına gireceğinden emin olduğum Miraz abi sayesinde oldu. Edebiyat atölyesinin ilk günüydü ve okumamız için bu yazarı tavsiye etti, bizde ona karar verdik ama tanıdığımızdan değil Miraz hocanın fikirlerini önemsediğimiz için(Belkide 'Uyurkulak' soy isminin verdiği bi farklılık havasından). Sonra öğrencilik hallerinin getirtiği parasızlıkla kitabı almak yerine Miraz hocadan istedik. O bizi kırmadan Murat Uyurkulak'ın 3 kitabını bizlere seve seve verdi. İyikide verdi o kitapları yoksa ne Tol'u okuyabilecektim ne de Murat Uyurkulak'ı tanıyabilecektim.
Tol bir intikam romanı, devrim romanı, ismi Kürtçe'den geliyor İntikam demek.
Kitabı okurken garip, coşkulu rahatsızlıkla dolmuştu içim; siz de okuyun/ okutun.
Şarap ve makarna eşliğinde yazmış bu ilk romanı Tol’u, öyle söylüyor.
Zaten kitabı okurken de insanın canı fena ucuz şarap çekiyor ama içilmiyor; çünkü bu, yarı kapalı gözlerle takip edilebilecek, kolay bir kitap değil, sürekli yeni sürekli yeni birileri çıkıyor karşınıza ama bir şekilde kurgu hepsini birbirine bağlıyor ve tabii, o sayfalar tam bir dikkat hali talep ediyor. Bittiğinde ise, resmen içiniz acıyor bittiği için.
İnsan Şair’i, Yusuf’u, Ahmet’i, Esmer’i, Oğuz’u, Canan’ı, İmam Hüseyin’i, Ada’yı özlemeye başlıyor dakkasında.
Kitabın aklınıza işleyen alıntılarını da yazmak lazım haliyle.
Kitabın ilk cümlesini yazmadan olmaz burası önemli.
"Devrim, vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi."
****
"Hep yarım kaldım, hiç tam doymadım, tam bağırmadım, tam dokunmadım. Bıçak ruhumda dehşet bir fısıltı gibi ilerledi ve ben tam ortamdan yarıldım. Ruhuma bir hayat yakıştıramadım."
****
"Durmadan ne düşündüğümü soruyorlardı bana. Birilerini, bir şeyleri, bir yerleri diyordum, ama yetinmiyorlardı.
Aç köpekler gibi soruyorlardı: Kimi, neyi, nereyi?”
****
"Dünyada varoluşumun bu kadar sorunlu olacağını hiç tahmin etmezdim."
****
"Her yaşın kendine göre bir güzelliği yoktu. Emin olduğun, farkında olduğun hiçbir yaşın güzelliği yoktu. Yaş öyle bir şey olacaktı ki, sen bilmeyecektin. Sana yaşını sorduklarında şaşıracaktın, şöyle bir durup hesaplamak zorunda kalacaktın.
Yaş günü hediyesi verenlere ajan provokatör gözüyle bakacaktın.
'Benim yıllarımı paketlemeyin ulaan, bırakın dağınık kalsın!' diye bağıracaktın.”
****
"Bana epey kızgın, mıymıntı ahtapotlar vardı içimde, kalan son mana kırıntılarını bin koldan sıkıntılı bir boşluğa doluyorlardı.
Durmadan irileşen bu yumağı iyi tanıyordum: Daimi terk.
Bir şehri daha ardımda bıraktığımı o vakit anladım.”
****
"-Horlananları, dışlananları, kenardakileri sevmezsek, şansımız kalmaz, tadımız hiç olmaz.
-Biraz açsan?
-Yerlileri, ibneleri, kadınları, çocukları, sakatları, bitkileri, hayvanları, taşı toprağı sevicez.
-Ayyaşları?
-En çok onları.”
****
"Biliyorum, dürüst bir adam değilsin, korkaksın, it gibi yaşayıp gidiyorsun. Yalnızlıkla, susarak, her gün iki kez attırarak bedel ödediğini sanıyorsun, ama kimin umurunda?
Kendinden ne kadar iğrensen, şu geçirdiğin boktan yıllara ne kadar hayıflansan yeridir.
Acınacak haldesin, bana kalırsa şöyle iyi bir pataklanman da lazım ya, neyse.”
****
"Uzun yıllar yalnızlığımla teselli buldum.
Çünkü yalnızlık kolay bulunur bir olanak değildi.
En azından herkes yalnız kalamamaktan şikâyet ettiğine, şikâyet ettikçe çözülüp çoğalıp düzüştüğüne göre öyle olması gerekirdi.
Bense bundan şikâyet etmek bir yana, aşın dozda yalnızlıkla iştigal halindeydim.”
****
"Çözüldün ve utancından ölecek haldesin. Adın, ancak dünyanın yarısı havaya uçarsa temizlenir diye düşünüyorsun. Zaten durmadan bunu planlıyorsun. Birbirinden nafile intikam planlarıyla oyalanıyorsun.
Kafana kurşunu sıkana kadar da bundan başka bir şey yapacağın yok.
Geçen sene aldığın o allahlık Kırıkkale tutukluk yapmazsa tabii.”
****
"Çok az deliren oldu, diye mırıldandı.
Sigaradan çektim: ‘İyi bi şey mi bu, kötü mü?’
Kötü, çok kötü. Yoksa şimdiye böyle mi olurdu memleketin hali?”
****
"Soluk alamıyordum. Soluk alamıyordum.
Avazım çıktığı kadar bağırdım:
"Dünyanın bütün âşıkları birleşin ulaan!"
****
"Çünkü benim aklım yol kuşlarının tüneyip sessiz sedasız terk ettikleri bir harabedir."
****
"İçimden atamadığım bir yumru, bir ateş, bir lanet var sanki.
Başım çok ağrıyor, kalbim çok ağrıyor, gözlerim çok ağrıyor…
Bildiğim, öğrendiğim, yaşadığım her şey yavaş yavaş siliniyor aklımdan… Geceleri azap gibi… Kâbuslar yakamı bırakmıyor bir türlü…
Kötü bir şeyler olacakmış duygusu var içimde, neyin ne olduğunu kavrayamıyorum çok zaman…
Zaman benim dışımda ilerliyormuş gibi, zaman beni kusacakmış gibi, kelimeler bir araya toplanıp, bir vücut olup beni içinden atacakmış gibi…”
***
"İlk aşkım amcamın kızıydı," dedim.
"Ayşe. Biliyorum, anlatmıştın," dedi bakışlarını yoldan ayırmadan.
"Onu bir kez olsun öpemediğimi de anlattım mı?"
"Evet."
"Ya bir pastacının yarım akıllı oğluyla evlendirildiğini?"
"Evet."
"Doğum yaparken öldüğünü?"
"Anlattın."
Arabanın ön paneline öyle bir yumruk geçirdim ki, torpido gözünün kapağı kırılıp yerinden fırladı.
"Bana soysuz cevaplar verme!" diye bağırdım soluk soluğa.
"Tek kelimeden fazlasını gerektiren şeyler söylüyorum sana!"
****
"De de ce. Devrimci Deliler Cephesi."
****
"Çünkü sıkıntı öldürür.
Ve ama sıkıntı öldürüyor. Acı ve öfke değil, ama sıkıntı öldürüyor.
Çok geçici, anlık, masum, makul olabiliyor sıkıntı, ama öldürüyor.
Sıkıntı eğlence istiyor, tatil istiyor çünkü.
Tatil çoğulluğa, çoğulluk gövdelere, yeni kelimelere, yeni yüzlere yol açarak öldürüyor.
Sıkıntı davet ediyor, açıyor. Acı ortak olmayanı defediyor, kapatıyor. Sıkıntı çözüyor, öfke bağlıyor.
Sıkıntı plan program demek çünkü. Program yazlıklara savuruyor, sayfiyelere, yumuşak içkilere, pahalı yemeklere yol açarak çözüyor.
Acı kendi yasasını durmadan fısıldıyor, öfke hatırlatıyor oysa: Dağılmayın, unutmayın, yetinin, oturun oturduğunuz yerde.
Ama sıkıntı savuruyor, parçalıyor, gebertiyor.
Sıkıntı kutlamalar, şenlikler istiyor çünkü.
Sıkıntı ille de dans diyor, kahkaha diyor, acının da öfkenin de içini boşaltıyor.
Acı ve öfke korkuyu yeniyor, sıkıntı okşuyor. Sıkıntı arzuyu kaşıyor, acı ve öfke terbiye ediyor.
Acı değil, öfke değil, sıkıntı öldürüyor.”
****
"Eşkıya bir peygamber, senin kulağına da güzel gelmiyor mu?"
****
"Bu beyaz rengin hayatı zor, siyah diye bir şey var, yalnız siyah olsa iyi, beyazdan gayrı ne varsa beyaza karşı; beyaz ne yapsın, kalamıyor öyle, o da bir kolayını bulur, bulmuş, kirli beyaz, uzlaşmak gibi bu biraz…"
****
"Yoksulduk. Pasteldi. Aksi mümkün değildi."
****
"Çok aradık seni diyorlar.
Ulan neyimi aradınız? Buradaydım işte.
Ama haklılar herhalde. Kendimi kaybetmişim ben.”
****
"Bir ihtimal olduğunda, devrim ne kadar da güzel."
Yorumlar
Yorum Gönder